Büyükada’nın çam kokulu sokaklarında bisiklet sesleri arasında buluşuyoruz Ceyda’yla. Kendisi, 10 yıldır Adalar’da yaşayan bir aktivist ve sanatçı. Trans kimliğiyle mücadelesini anlattığı kitapları ve Adalar’ın dokusunu yansıtan resim sergileriyle tanınıyor. “Adalar benim için sadece bir mekân değil, bir varoluş biçimi,” diyor gülümseyerek. İşte onunla Adalar’ın ruhu, değişen İstanbul ve aidiyet üzerine samimi bir hasbihal…
“Adalar’da Aidiyet ve Dönüşüm”
Soru: Adalar’la ilişkiniz nasıl başladı? Burası sizin için ne ifade ediyor?
Ceyda: Benim için Adalar, İstanbul’un kalbinde saklanmış bir nefes alan… Büyükşehirde kaybolduğum bir dönemde, 2013’te, ilk kez geldiğimde bisikletimi sürerken “Burada kalmalıyım” demiştim. Taşralı bir çocuk olarak, buradaki sokaklar bana çocukluğumun kasabasını hatırlatıyor. Ama aynı zamanda, burada kimse kimseyi “öteki”lemiyor. Faytoncular, balıkçılar, yazlıkçılar, sanatçılar… Hepsi bir arada. Trans kimliğimle İstanbul’un merkezinde hep bir “yabancı” gibi hissederken, burada sadece “Ceyda”yım.
“Değişen Adalar ve Direnen İnsanlar”
Soru: Son yıllarda Adalar’ın artan turizm ve kentsel dönüşüm baskısı altında değiştiği söyleniyor. Siz bu dönüşümü nasıl görüyorsunuz?
Ceyda: (Derin bir nefes alıyor) Ah, bu acı bir konu… Evet, eskiden yazlıkçılar gelirdi, şimdi “instagrammable” köşeler peşinde koşan kalabalıklar. Ama asıl sorun, betonlaşma. Mesela Heybeliada’da bir arkadaşımın çocukken oynadığı çınar ağacının yerine villa yapıldı. Buna karşı direnen bir kesim de var tabii: “Adalar Savunması” gibi gruplar… Ben sanat atölyemde bu direnci resmediyorum. Bir yandan da trans topluluğuyla burada dayanışma ağları kurduk; çünkü Adalar’ın ruhu, ancak farklı sesler korunursa yaşar.
“Faytonlar, Deniz ve İnsan Hikâyeleri”
Soru: Fayton tartışmalarına dair ne düşünüyorsunuz? Bazıları “Kültürel miras” derken, bazıları “Hayvan sömürüsü” diyor…
Ceyda: Bu ikilem İstanbul’un çelişkisini yansıtıyor aslında. Faytoncularla konuştuğumda, “Bizim geçim kaynağımız” diyorlar. Ama atların durumu içler acısı… Belki alternatif bir çözüm bulunabilir: Elektrikli araçlar, ama Adalar’ın dokusuna uygun. Mesela bisiklet kültürü yaygınlaşıyor; bu iyi bir adım. Ben fayton yerine atların özgürce yaşadığı bir rehabilitasyon alanı hayal ediyorum. Belki naif gelecek ama Adalar, hayalleri gerçek kılan bir yer bence.
“LGBTİ+ Topluluğu ve Adalar’da Varoluş”
Soru: Adalar’da queer bir sanatçı olmak nasıl bir deneyim?
Ceyda: (Gülümsüyor) İlk geldiğimde “Acaba?” diye tedirgindim. Ama buradaki balıkçı teyzeler bana “Kızım, kahve içmeye gel!” demeye başladığında anladım ki burası farklı. Tabii ki homofobi tamamen yok değil, ama Adalar’ın sakin ritmi insanları yargılamaya da vakit bırakmıyor. Geçen sene “Renkli Ada” adlı bir LGBTİ+ festivali düzenledik; yerel esnaf bile katıldı. Burada insanlar, seni “üretiminle” görüyor. Sanırım bisikletle tepelere tırmanırken hepimiz eşitleniyoruz.
Son Sözler: “Adalar Bize Ne Öğretti?”
Soru: Peki, son olarak… İstanbul’un kalabalığından bunalanlara ne dersiniz?
Ceyda: (Denize bakarak) Diyorum ki: Gelip bir kış gecesi Adalar’da yürüsünler. Sokaklar ıssız, çınarlar fısıldıyor… Burada zaman biraz daha yavaş ve insan kalıyor. Belki de hepimizin ihtiyacı olan şey bu: Kendimizle ve doğayla hasbihal edecek bir nefes alanı.